Rüzgar Gibi Geçenler – 10 / Orda Bir Şampiyon Var Uzakta…

RÜZGAR GİBİ GEÇENLER – 10

SEZGİN I; Orda Bir Şampiyon Var Uzakta…

Daha önce de söyledim, Satvet benim için “Bugüne kadar izlediğim en müthiş Arap atı”… Elbette sözümün arkasındayım. Fakat yaklaşık yetmiş yıldır sahada olup, “yarışçılığımızın hafızası” diyebileceğim kişiler “Bir de Sezgin’i görecektin. O başkaydı…” diyorlar. Açık konuşmak gerekirse iki şampiyonu da izleyenler, Sezgin I’i öne çıkarıyorlar. Bu nedenle “Sezgin I’i de anlatmalıyız” demiştim. Bizler o günlere yetişemediğimiz için gördüklerimizi değil, duyup öğrendiklerimizi sizlere aktaracağız. Sezgin I sadece üç yaşındayken İstanbul’da koşmuş. Yarış hayatının neredeyse tamamı Ankara’da geçmiş diyebiliriz. Bu nedenle onu izleyen yarışseverlerin sayısı bu günlere oranla çok az.

Sezgin

Basri Karabucak’in sahibi olduğu Sezgin I, 1955 – 1962 yılları arasında koştuğuna göre, onu değerlendirmek için, öncelikle yarışları ve istatistiklerine bakmamız gerek. İstatistik deyince, işin şu yanı da var. At yarışlarındaki bazı istatistikler doğru okunabilirse çok şey anlatır ama her şeyi anlatmaz. Örneğin performanslarını değerlendirerek, iyi atları seçebiliriz ama hangisinin daha iyi, hangisinin en iyi olduğuna sıra gelince tartışmalar, fikir ayrılıkları başlar…

O aşamada istatistikler her şeyi söylemez, işin burası özneldir. Çünkü atlar; istatistikleriyle değil, bizleri etkileyen, unutulmaz yarışlarıyla gönlümüzde taht kurarlar…

Gerçi Sezgin I’in istatistikleri göz ardı edilecek gibi değil. Şimdilik şu kadarını söyleyeyim: Sekiz yıllık yarış hayatında altmış iki kez start alıp, sadece dört kez tabeladan düşmüş. Sekiz yılda, dört kez… Bunların hepsini ayrıntılarıyla konuşacağız ama Sezgin I’i anlatabilmek için, o yıllara gitmek gerek.

Karabucak’lar ve Atçılık…

Adana ve çevresinin hem devlet haraları, hem de özel haralarıyla Arap atı yetiştiriciliği merkezlerimizden biri olduğunu biliyoruz. Bu yörenin atçılığa sevdalı aileleri deyince; Eliyeşil’ler, Karamehmet’ler, Eken’ler, Milli’ler gibi ilk akla gelen isimlerden biri de Karabucak’lardır.

1925 doğumlu Basri Karabucak atçılığa duyduğu ilgiyi; “Pederim Ali Karabucak atlara çok meraklı olduğundan, bu meslek de bana ondan tevarüs (miras kalma, geçme) etti.” diye anlatıyor. Babası (Ali), kardeşleri (Mustafa, Mahmut, Hasan), eşi (Ganime), çocukları (Pakize, Ali, Adnan), amcası (Bekir Karabucak), amca çocukları (Fikret, İbrahim) ve yıllar geçtikçe genişleyen ailenin diğer bireylerini de göz önünde tutarak, Karabucak’ların atçılık sürecini “varın” siz hesap edin…

Aziz Yener bir yazısında Karabucak kardeşleri şöyle anlatıyor; “Adana ve havalisinin toprağı kadar zengin ve çalışkan bu sempatik kardeşlerin yarışçılık hayatımızda yerleri büyüktür. Şimdilik yalnız Arap atçılığı yapan Karabucak kardeşler, ahırlarına yavaş yavaş İngiliz kanı da almaya başladılar.

Bu at sahibi kardeşlerde adeta bir Kentucky, ne bileyim Virginia veyahut Teksax’lı edası ve cömertliği var! Esasen tip itibariyle kardeşleri ele alırsak, Mustafa Karabucak tam manası ile cenubun (güneyin) kendisine has terbiyesi ve ağır edasıyla Kentucky’li bir çiftlik sahibini andırır.

Gel kardeşim Basri Karabucak. İşte Madrit’li bir sinyor!.. Basri atını, yarışları ve yarış dünyasını pek sever…”

Ekürinin adını duyuran ilk isim, Basri Bey’in ağabeyi Mustafa Karabucak. 1947’de Seyran, 1949’da Selçuk, 1954’te Savaş III, 1960’da da Siren’le Hatay Koşusu’nu, 1954’te yine Savaş III’le Haralar, 1950’de de Selçuk’la Ziraat Vekâleti koşularını kazanmış.

Dikkatinizi çekti mi bilmem, Mustafa Karabucak’ın atlarının isimleri, hep “S” harfi le başlıyor. Basri Bey de Arap atlarına isim koyarken geleneği sürdürmüş: Seçkin, Sezgin, Sefer, Sur, Serhan… Bunun “sırrını” Basri Bey’in eşi Ganime Karabucak’tan öğreniyoruz: “İsimleri S harfiyle başlayan taylar başarılı olunca, bunu uğur sayıp devam etmişler.” 

Atçılıkta uğura, nazara inanmayan var mıdır? “Hadi canım, olur mu öyle şey…”  diyorsanız…

Mustafa Karabucak 1954 yılı satışlarından en yüksek bedeli (16.150 lira) ödeyerek aldığı “şampiyon adayı” tayına bu geleneği bırakıp, Koç adını verdi. Koç üç yaşında koşu kazanamadı. Basri Karabucak ise, aynı satıştan 8.100 liraya aldığı taya geleneği sürdürerek Sezgin I adını verdi. Ne dersiniz, keramet isimde mi?…

Basri Karabucak’ın atçılıkta Sezgin I’den öncesi var. 1948 yılında, genç bir at sahibi olarak yola çıkıyor… O günlerin genç atçısını biz yıllar sonra, “Basri Ağa” olarak tanıdık. Boğaziçi Lisesi mezunu, saygın bir iş adamı ve atçı… Sadun Atığ, Burhan Karamehmet, Cemal Kura başkanlığındaki TJK yönetim kurullarında üyelik ve genel sekreterlik, 1980 ve 1981 yıllarında da Türkiye Jokey Kulübü başkanlığı yaptı.

O Yıllarda Atçılık “Karşılıksız Sevgi” Gibi…

Basri Karabucak’ın sahaya gelişi, tam da atçılığımızın kargaşa dönemi. Haklı haksız herkes birbirinden şikâyetçi. “Yarış ve Islah Encümeni’nin keyfi uygulamalarından bıktık” diyen atçılar, kuralların gelişigüzel uygulanmasını, otoritenin sağlanamamasını, il özel idarelerinin at yarışlarını “gelir kapısı” olarak değerlendirip patronluk taslamasını eleştiriyorlardı.  Yarışseverler de sürekli yaşanan hatalı startlar, kazançlı biletlere yapılan ödemelerin “makaslandığı”, koşu sonuçlarının önceden belirlendiği gibi iddialarla otoriteye olan güvenlerini yitirmişlerdi. Yarışçılığımıza o yıllarda kuşkuyla bakıldığı için, dönemin büyük gazeteleri de aralarında anlaşarak, at yarışlarına yer vermez olmuşlardı.

Bu sürdürülebilir bir durum değildi…

Türkiye Yarış Atı Yetiştiricileri ve Sahipleri Derneği yönetimi de, sorunlara köklü çözümler üretebilmek için, onursal başkanları, Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’ye başvurdu. Aralarında Fikret Yüzatlı, Ahmet Atman, Fehmi Simsaroğlu’nun da yer aldığı bir grup atçı, kendi sermayeleri kuracakları “ATYAR” adlı şirketle yarışları düzenlemek istiyorlardı. İsmet İnönü, ülkenin buna hazır olmadığını söyleyerek öneriye sıcak bakmadı. Zaten özerk bir yarış otoritesine bizde hiç sıcak bakılmadı ki… Tüm bu olumsuz gelişmelere, 1949 yılının 31 Temmuz Pazar günü, bir koşunun startını protesto edenlerin neden olduğu Veliefendi Hipodromu yangını da eklenince, at yarışlarının saygınlığı artık “yerle yeksan” olmuştu… Ayağa kalkmak güçtü ama atçılık camiası bunu başardı. Biz konumuza dönelim.

İnönü buna karşın eleştirileri haklı bulup, Yarış ve Islah Encümeni’nin görevine son verdi. Yeni bir yapılanma sağlanana kadar da İntikal Devresi Muvakkat Yarış Komitesi kuruldu. Komitenin hayata geçen ilk uygulaması, Adana ve Urfa yarışlarını yıllık programlardan çıkartmak oldu…

Üvey evlat muamelesi gördüklerine inanan Adanalı atçılar,  1951 yılında “Adana At Sevenler Cemiyeti”ni kurdu. Amaçları, Adana’da at yarışları düzenlemek ve illerinin resmi yarış programına yeniden alınmasını sağlamaktı. Derneğin kurucuları arasında; Şadi Eliyeşil, Mehmet Kemal Karamehmet, Yasin Milli, İzzettin Özgiray, Mustafa ve Mahmut Karabucak kardeşler gibi Adanalı ünlü iş insanları ve atçılar yer alıyordu. Hemen bir yarış programı oluşturup, 1951 yılının 8-15-22 ve 29 Nisan tarihlerinde yarışları düzenlediler. “Yarış ikramiyeleri nasıl ödendi?” derseniz, onu da atçılar ceplerinden karşıladı… Çoğunun atları Ankara’da koşuyordu ama onlar için önemli olan, kentlerindeki yarışlara olan ilgiyi soğutmamak ve Adana’da resmi yarışların yeniden başlaması gereğini gündemden düşürmemekti. Çok uğraşıp, amaçlarına ulaştılar.

İşte atçılık böyle bir şey… İşin sırrı Basri Karabucak’ın şu sözlerinde değil mi? “Yalnız şunu arz edeyim ki, bir şeyi sevmek şart. Atla çok uğraşmanız, atla konuşmanız lazım. Aslolan bir şeyi sevmektir. Bir arkadaş vardır para bağlar, ben bundan para kazanacağım diye bekler. Para beklemek için atçılık yapılmaz. Benim felsefem budur…”

Seçkin’den, Sezgin’e…

Basri Karabucak; 1948 yılında, kendi yetiştirmeleri olan Hedban – Bulut orijinli Arap tayı Seçkin’le atçılığa başladı. 1955 ve sonraki yıllarda da Sezgin I, onu şampiyon bir atın sahibi olarak onurlandırdı… Seçkin ilk startını 20 Haziran’da Ankara’da alıp, ilk birinciliğini de yaklaşık dört ay sonra aynı hipodromda kazandığını o yılların netice kitaplarında görüyoruz. Atın antrenörü Zeki Sertol, jokeyi Reşat Mergin. Seçkin; Basri Karabucak’ın “ilk göz ağrısı” ve ona birincilik zevkini yaşatan ilk at.

7 Kasım 1954 Pazar…

Devlet haralarında yetiştirilen iki yaşlı Arap taylarının Ankara Hipodromu’ndaki satışındayız. Alıcılar arasında; Sedat Evliyazade, Kemal Tamer, Kamber Nurvecih, Abdurrahman Atçı, Zühtü Erişen, Behzat Başaran, Mustafa ve Basri Karabucak gibi isimler göze çarpıyor. Dikkatler şampiyon aygır Fış Fış’ın yavruları üzerinde. Mustafa Karabucak “kıran kırana” geçen arttırma sonucu Fış Fış – 5. Cahide orijinli tayı 16 bin 150 lira gibi rekor bedelle, I.Sa’d 5/42’nin taylarından 8. Cahide’nin yavrusunu da Basri Karabucak 8 bin 100 liraya alıyor. Basri Karabucak’ın aldığı bu al erkek tay, babasına benzerliğiyle dikkati çekiyor. Sezgin I’in başarıları “dillere destan” oldukça, I Sa’d’ın al erkek yavruları da her yıl daha yüksek fiyatlarla alıcı bulmaya başlıyor. Atçılar, onun satışlara gelecek ana-baba erkek kardeşini 1958 yılına kadar beklemek zorunda kalıyorlar. Söz ettiğimiz tayın yeni sahibinin de, ona 67 bin lira ödeyen Mustafa Ergun olduğunu görüyoruz.

Sezgin I’e dönecek olursak… Basri Bey bu tayı yeni doğan kızının şansına satın aldığını söylüyor. Sezgin I’in şampiyonluğunda, dünyaya gelen ilk çocuklarının (Pakize) şansı mı, yoksa Basri Beyin öngörüsü mü etkili oldu bilinmez. Yıllar sonra ailesi de, bu kadar isabetli bir seçimi nasıl yaptığını ona soracaktı. Damadı Nusret Balkaroğlu; “Tayla aralarında sanki bir iletişim kurulup, bir yakınlık doğduğunu ve bu yüzden satın aldığını söylerdi” diyor.

Bu yanıtta garipsenecek bir durum olmadığını bilesiniz. Bundan yirmi yıl sonra Nurettin Karaca’nın harasında, gruptan ayrılarak peşlerine takılan tayı, -anasını, babasını öğrenemeden- “ben bunu aldım” diyen de ayni Basri Karabucak değil miydi? Eşine hediye olarak aldığı o tay Floris’ti ve eküriye Daystar, Mehter I, Kabartay, Benali, Mehteran gibi yavrular verdi.

Her Şey 63 Liraya Alınan Aygırla Başladı

Arap atçılığımızda Sa’d kan hattının kurucusu olarak anılan Baba Sa’d (Veliaht), Sezgin I’in büyük babasıdır. Yalnız Sezgin I değil, Sa’d kan hattından gelen nice şampiyon yarış atı ve aygırımızın öyküleri de Veliaht’la başlar. Bu atın satın alınma öyküsü de hayli ilginç.

Arap atçılığımızı “ayağa kaldıracak” kanlar sağlamak için Prof. Selahattin Batu ile Zootekni Uzman’ı Dr. Nurettin Aral başkanlığında bir heyet, 1933 yılında Irak ve Suriye’ye gönderiliyor. Damızlık niteliği taşıyan, kan hatları buradaki atlarla uyumlu safkanlar alacaklar. Bağdat’taki satıcılar, parlak yarış hayatını sakatlanarak noktalayan Veliaht’ı öneriyorlar. Nurettin Aral atı beğeniyor ama ufak (!) bir sorunu var. At ayakta duramayacak halde, adeta kötürüm olmuş… Aral atı iyice muayene edip, hastaneye götürmelerine de yardımcı olmaları koşuluyla 850 Fransız frangına satın alabileceğini söylüyor. Atın yaşamasından umudu kesen satıcılar, teklifi hemen kabul ediyorlar.

Nurettin Hoca herhalde, at ayağa kalkana kadar, geceleri uyumamıştır. Devlet parasıyla ayakta duramayan atı satın almak, “mangal gibi” yürek ister… Tedavisi yapılan Veliaht, on beş günde ayağa kalkmış, bir buçuk ay kadar dinlendikten sonra da Türkiye’ye getirilip 1934 yılında aşımlara başlamış.

Şansa bakın ki, Fransız frangı o yıllarda sürekli değer yitiriyor. Veliaht’a ödenen 850 frangın o günkü karşılığı 63 lira. Demek ki Sezgin I, Satvet ve daha nice şampiyonlarımız, 63 liralık aygırın kan hattından geliyor… Sezgin I’in annesi Cahide 8 de, yine aynı yıl Irak’tan alınan Seklavi II’nin torunu. Cahide 8’in fiyatı daha pahalı, 4620 frank. Satıcıların Veliaht’tan umudu ne kadar kestiklerini buradan da anlıyoruz.

Örneği olmayan bir yarış yaşamı

Koşuların hafta sonları düzenlendiği yıllar…

Yarışlar, İzmir’de pazar, Ankara ile İstanbul’da ise cumartesi ve pazar günleri koşuluyor. Ankara yarışları ilkbahar ve sonbahar sezonu olmak üzere ikiye ayrılmış. İki Ankara sezonu arasında İstanbul yarışları yapılıyor.

Sezgin I’in, yedi yılı koşarak, toplam sekiz yıl süren yarış yaşamı boyunca katıldığı altmış iki koşudan kırk dördünü kazandığını söylemiştik. Bu yaklaşık, yüzde yetmiş bir, birincilik oranı demek. Öyle üç, beş koşuyla elde edilen bir yüzde değil, tam sekiz yıl, altmış iki koşu, kırk dört birincilik… Aslında onun performansını iki döneme ayırmak gerekir. O zaman bu başarının daha da olağanüstü olduğunu göreceğiz.

Sezgin I yarış yaşamına 1955 yılı Ankara ilkbahar sezonun açılış günü (24 Nisan) tabela dışı kaldığı maiden koşuyla başladı. Bu koşusu adeta “nazar boncuğu”…Çünkü sonraki dört yıl boyunca, tabeladan hiç düşmedi. Bir hafta sonra üçüncü, 7 Mayıs günü de maiden koşuda Barbaros’u geçerek birinci oldu.

O yıllarda üç yaşlı taylar, kazançlarına göre, A ve B grubunun bazı sıradan koşularına da katılabiliyorlardı. Sezgin I üç yaşlı döneminde, bu tür koşular kazandı. Ayrıca sezonun önemli A grubu açık koşularından 2000 metre mesafeli İhsan Atçı Koşusu’nda ağabeyinin atı Selçuk’u ve ilk kez o yıl düzenlenen Ankara Vali Koşusu’nda da Rüçhan’ı geçerek birinciliğe uzandı.

Sezgin I’in antrenörlüğünü Pancar Şakir (Şen) yaparken, jokeyi de Sokolay’dı. Yine o yıllarda, atın bir koşudaki jokeyi ve antrenörü aynı kişi olabiliyordu. Örneğin üç ve yukarı yaşlı B grubu atların Çelenk Koşusu’nda, Pancar Şakir Sezgin I’in hem antrenörü, hem de jokeyliğini yapıyordu.

Sezgin I üç yaşlı döneminde Ankara ve İstanbul’da katıldığı yirmi koşuda on iki birincilik ve 34 bin 650 lira ile Arap atları kazanç listesinin ilk sırasına yerleşmişti. Bu performansı onu daha taylık döneminde yılın Arap atı yaptı. Bir tayın, kendinden yaşça büyük rakipleri arasından sıyrılarak yılın atı olması, pek alışılmış bir durum değildi ama A grubunun en iyi atlarını orta ve uzun mesafelerde geçmişti.

Celal Bayar Ziraat Vekaleti Kupa Töreni

Böylesine büyük başarılara imza atan bir tayın, kazandığı açık koşular arasında Hatay Koşusu’nun olmaması size de ilginç gelmiyor mu?  Yanıtı Basri Karabucak veriyor; “Her atçının gönlünde bir Hatay Koşusu ya da Gazi Koşusu kazanmak yatar. Hatay koşusu uzun vadeli bir yarıştır. Sezgin’le koşmak şundan dolayı kısmet olmadı. Doğduğu zaman Tarım Bakanlığı yetkilileri onu satmama kararı almışlar. Aygırlığa ayrılacağı için Hatay Koşusu kaydı yapılmamış. Ben bu koşuyu daha sonra (1966) Sefer’le kazandım.” 

Hara yaptığı bu satıştan belli ki pişman… 1956 Ziraat Vekâleti Koşusu kupa töreninde, Ziraat Vekili Nedim Ökmen’le Basri Karabucak arasında şöyle bir konuşma geçer:

  • Basri… Bu atı bana ver, haraya götüreceğim.
  • Nedim Abi, bana bir Sezgin vereceğinizi vadedin, olur. Ben koşan atı size nasıl vereyim?

Şampiyonun Seyir Defteri…

Sezgin I’in 1956 yılından, 1958 Ankara Sonbahar sezonu ortalarına kadar sorunsuz bir biçimde koştuğunu görüyoruz. Zaten bu üç sezonda da onun “Yılın Arap Atı” olduğunu tüm otoriteler hiç tartışmadan onaylıyorlar. Bir safkan, Arap atlarının en büyük koşusu kabul edilen 2800 metre mesafeli Ziraat Vekâleti Koşusunu üç yıl (1956-57-58), 1200 metrelik Çifteler Koşusu’nu dört yıl (1956-57-58-59) üst üste kazanıyordu. Tarım Bakanlığı Koşusunda aynı başarıya tam otuz yedi yıl sonra Yavuzhan ulaştı. Daha sonra Kafkaslı bunu dört yıla, Karaüzüm beş yıla çıkardı. Bir başka çarpıcı örnek; Sezgin I’in 30 Eylül 1956 ile 26 Ekim 1957 tarihleri arasında koştuğu on yedi yarışta hiç geçilmemesi… Buna benzer bir seriyi yaklaşık yedi ay sonra da on iki koşu ile yineledi.

İstatistiklerin bu bölümünü; “Sezgin I 1956-58 yılları arasında katıldığı yirmi altı koşudan yirmi ikisini kazanarak, A grubundaki ilk üç yılında birincilik oranını yüzde seksen dörde yükseltti” diyerek noktalayalım…

Mehmet Ali Kiper, Sezgin I’in performansına övgüler yağdırdığı yazısında onun yarış karakteri hakkında ipuçları veriyor; Filhakika, 1957 senesi Arap koşuları Eclipse başta, ötekiler çok uzakta darbı meselinin bir numunesi olarak kabul edilebilir. Ancak şu farkla ki, Sezgin rakiplerini fersah fersah uzaklarda bırakmak istemeyen ve kendisini Isinglass, Bruleur ve diğer bazı büyük atlar gibi yanındakilere göre ayarlayabilen bir attır. Bu itibarla muvaffakiyetleri büyük farklarla değil, ekseriya zorlukla kazanılmış hissini veren cüzi aralıklarla kazanılmıştır. Fakat koşu içinde onun yanına düşenler, bilhassa muvasalata doğru eforuna başlarken yerlerini muhafaza etmeğe çalışanlar, Sezgin’in kuvvetini ve onunla mücadelenin ne demek olduğunu anlamışlardır.”

Ekrem Kurt da 1958 yılında binmeğe başladığı safkan için benzer şeyler söylüyor; “Bu atın jokeye ihtiyacı yok. Üzerine ağırlık bağlasanız kazanır… Ses duydukça, gölge gördükçe ona geçilmemek için gidiyor.”

Belki de onun çok sevilip, beğenilmesinin bir nedeni bu… Sezgin I’in yarış biçimi size de Yavuzhan’ı anımsatıyor mu?

Sezgin I’in İntikamı…

Bazen geçildiği koşular da var ve her zaman onu geçmek isteyenler de… Örneğin, 1956 yılında katıldığı on iki koşudan onunu kazanıp, Ankara ilkbahar ve sonbahar sezonlarındaki ilk koşularında Dorunasip’in ardında ikinci kalıyordu. Basri Karabucak; “Şöyle arz edeyim. Mesela yıkılmayan bir pehlivanı herkes yıkmak ister. Mehmet Ali Clay’i herkes dövmek ister, haklılar. Allah herkese böyle bir at nasip etsin…”  diyerek bir yandan kendi atını onurlandırırken, öte yandan da rakiplerinin hakkını teslim ediyordu.

Fakat Sezgin I geçilmeyi sevmiyor, geçeni de affetmiyordu…

9 Kasım 1957 tarihinde Arap atlarına, ilk kez 3600 metrelik bir koşu (Baz Koşusu) düzenlenir. Sezgin I kısalarda daha başarılı ama genel anlamda mesafe limiti yok. Bu nedenle her mesafede koşuyor. Atına çok güvenen jokey Reşat Mergin, 3600 metrenin yıpratıcılığını hesaba katmadan, Barbaros I’e son 400’de üç boy avans verince, ikincilikte kalıyor. Reşat’ın artık yapabileceği bir şey yok ama Sezgin I daha son sözünü söylememiş ki… Şampiyon da önündeki atı geçemeyeceğini anlayınca, bunu adeta “gurur meselesi yapıp” ısırmak için ona saldırır. Sezgin I, Barbaros I’e ulaşamıyor ama jokey Halil Kuşlu’nun çizmesinde dişlerinin izini bırakıyor… Hiç unutmam bu fotoğraf, 70’li yıllarda Veliefendi Hiporomu protokol tribününün orta katında, daha sonra birinci tribünün alt katındaki lokantaların duvarlarına poster olmuştu.

Siz de benim gibi bir yıl sonraki Baz Koşusu’ nun sonucunu merak ettiniz mi? Aynen düşündüğünüz gibi, Sezgin I birinci, Barbaros I üç boy geride ikinci…

9 Kasım 1957 Baz Koşusu -Barbaros ve Sezgin

Ekrem Kurt’un gözüyle Sezgin I

Basri Karabucak ile Ekrem Kurt’un dostlukları çok uzun yıllar öncesine dayanıyordu. Basri Bey; 1948’de Ekrem’in Seçkin’e binip, 43 kilo ile kazandığını anlatırdı. Sahaların bir numaralı atı Sezgin I ile, bir numaralı jokeyi Ekrem Kurt’un yolu, 1958 yılı Çifteler Koşusu’nda kesişti…

Çifteler Koşusu deyince insanın içi yanıyor. 1936 yılında Atatürk’ün eseri, “o güzelim” Ankara Hiporomu’nun 1200 metrelik düz pistinde koşulurdu. Koşu İstasyon Caddesi tarafından başlardı. Aradan seksen beş yıl geçti. Sprint yarışları için düz pisti olan bir hipodromumuz daha oldu mu?

Sezgin I’in bu koşuyu dört yıl üst üste kazandığı söylemiştik;  Ekrem’in bindiği üçüncüsü. Koşu sonrası Ekrem Kurt’la Basri Karabucak arasında şöyle bir konuşma geçer:

  • Basri Abi bu atı kimse geçemez…
  • Niye ?
  • At tam koşuya başladı, başlık çıktı; gevşek bağlamışlar. Elimi atıp başlıkla uğraşırken, bu sefer ayağım zağmadan çıktı. Başka çarem kalmayınca, atın yelesine yapışıp geldim…  

O yıllarda startın file verildiğini de unutmamak gerek. Ekrem Kurt daha sonraki söyleşilerinde, Sezgin I’in en beğendiği Arap atı olduğunu söylüyor.

Sona Doğru…

Hemen hemen her sporcunun kaderinde olan sakatlıklar, Sezgin I’i de 1958 (31

Mayıs) yılı Gölbaşı Koşusu birinciliği sonrası yakalamış. Ön sağ ayak bileğinden idmanda sakatlanınca, Ankara’da istirahate alınır. Şampiyonun o yılı kapatıp, dinlendirilmesi bekleniyor ama kısa sürede iyileşince, Ankara sonbahar sezonunda kaldığı yerden devam ederek 8’de 8 yaptı. 1959 yılı ilkbahar sezonunda dört yarış koşup, yine geri alındı. On iki kez start aldığı iki farklı sezonu böylece geçilmeden tamamlamıştı. Yeni hedef; Ziraat Vekâleti Koşusunu 1959 yılında dördüncü kez kazanmaktı ama sakatlığı geçmeyince, 1961’e kadar koşamadı. Yaklaşık bir buçuk yıllık aradan sonra sahaya döndüğünde de “eski at”olmadı. Hani zamanı geri alabilsek, Şampiyon belki de 1960 yılında yavrular vermeğe başlardı…

Sezgin I’in yarış hayatını iki döneme ayırarak değerlendirmek gerek demem bundandır. Sakatlıkların performansını etkilemediği beş yılda; elli beş start, kırk üç birincilik… Kazanma oranı yüzde yetmiş sekizin üzerinde.

Yarış yaşamını dört kez yılın atı olarak tamamlayan Sezgin I, harada da 1973-74 ve 1976 yıllarının lider aygırı oldu. Yavrularından Kristal, Tulşah, Tulrah, Ansay, Öztuğ, Şansımız gibi isimleri anımsamayanımız var mı?

Basri Karabucak, böyle bir safkana sahip olmanın mutluluğunu, tüm nezaketiyle; “Hiç unutamayacağım son elli yılın en büyük Arap atını, Cenab-ı Rabbül Âlemin bana nasip etti. Malûm-u âliniz: Sezgin…” diyerek tarif ediyor. 

News Reporter

5 thoughts on “Rüzgar Gibi Geçenler – 10 / Orda Bir Şampiyon Var Uzakta…

  1. Çok güzel. Kaleminize emeğinize sağlık. Özelliklede arap atı yazdığınız içinde bir kez daha teşekkürler. Devamını bekliyoryz.

  2. Teşekkürler, elinize sağlık,,, mükemmel bir yazıyı kaleme almışsınız,,, gözlerimiz dolu dolu okuduk… Ne varsa eskilerde var,,, zamanla herşey bozuldu, kokuştu maalasef. Bizlerde hatıralar ile avunmak zorunda bırakıldık.

    1. Çok sağolun Cengiz bey,ben Oya,Nevzat, Ercan kardeşlerin küçüğü Ercan Mergin.Babamız hakkında düşünceleriniz için.Sezgin ile ilgili bir anı/öykü için anımsadıklarımı eniştemiz Erdoğan Bozbay’a aktarmıştım,yeğenim bu dergiyi internetten bana ulaştırınca sizinle buluşmuş oldum.Baba ve annemiz ,her birimizin yaşamında önemli birer yol gösterici oldular.Ben 71,abim 73,ablam75 yaşındayız,JokeyReşat,Reşat baba,Reşat Amca,Reşat Bey hâlâ önümüzde bir ışık gibi.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir